14 Nisan 2014

Bi gün bi Kıraathane de bi dayak yicem ama ...

Bi gün bi Kıraathane de bi dayak yicem ama bakalım ne zaman. Müşterilerin arasına karışmış çaycıyı bulana kadar canı çıkıyo insanın. Kahveye girip te "kim buranın çaycısı" diye bağıramıyorsun da , zira bunu yapmak için, kömür sobasına atılmak üzere pimi çekilmemiş el bombasını da cebinde taşıycan . Hayır kibar bi şekilde çay istiycem parasıyla. Neredesin çay ocakçısı!!! Bütün dayılara sordum, bitanesine tam sormaya yaklaşırken "yeenim iki süzekli çay, ismail abine yaz " dedi. Artık kendime bir çay söylemekten daha kutsal bi görevim vardı. O masaya iki çay daha eklemek ve hesabı ismail abime yazdırmak için adeta and içmiştim. O esnada köşede 51 kağıtlarını jokerini çıkararak karmaya çalışan biri gözüme çarptı . İşte bu o veya o bu dedim. Selam verdim senmisin dedim ... Başını öne eğdi tekrar kaldırdı, gözümün içine baktı baktı baktı. Ve ağzından şu okkalı sözleri döktü: bul karayı al parayı... Yıkılmıştım tek çarem kalmıştı evet.. Ocağa yöneldim önce ismail abinin adisyonuna bi çarpı atıp demliğe uzanmıştım ki, kapıdan ağzında küllenmiş bi sigara, iki elinde 6 boş bardakla içeri süzülen kadife yelekli çayocakçı amcanın sesiyle irkildim. Bana Sigarasının izmaritini dudağının en sağına alarak şu okkalı cümlelerle seslendi : "torunum en sağdaki demlukten al. " Gözyaşları arasında hubuşlu çayımı doldurup onu da ismail abiye yazdım. İsmail abi ise 2. Okeyi açmanın mutluluğuyla bilmediği şarkıları mırıldanıyordu...